6.Sınıf 4.Ünite

www.dindefterim.com

MUHAMMED’İN HAYATI

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Çağrısı: Mekke Dönemi

İslamiyet doğmadan önce Arap yarımadası başta olmak üzere dünyanın bir çok yerinde zulümler ve haksızlıklar yaşanıyordu. Arap yarımadasında kabile savaşları, kan davaları vardı. Zengin ve güçlü olanlar, fakirleri eziyorlardı. Toplumda kölelik vardı. Kadınlara değer verilmiyordu. İnsanların çoğu taşlardan yaptıkları heykellere ve putlara tapıyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.v.) bütün bu adaletsizliklere çok üzülüyordu. Bu sebeple 40’lı yaşlarına yaklaşırken yalnız kalmak ve tefekkür etmek amacıyla sık sık Mekke yakınlarındaki Nur dağında bulunan Hira mağarasına gitmeye başladı. Bu mağarada yalnız başına günlerce kalıyor, Allah’ın büyüklüğünü düşünüyor, O’na ibadet ediyor, toplumun içinde bulunduğu kötü durumu düşünüp üzülüyordu.

İLK VAHİY: YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU

İlk Vahiy: 610 yılının Ramazan ayında Hira Mağarası’nda Cebrail meleği Peygamberimize Allah’ın ilk vahiylerini getirdi. Hz. Muhammed mağarada düşüncelere dalmışken Cebrail (a.s.) geldi ve O’na;
— “Oku!” dedi.
Peygamberimiz korku ve endişe içinde,
— “Ben okuma bilmem!” dedi.
Cebrail (a.s.) ikinci kez,
— “Oku!” dedi.
Peygamberimiz yine,
— “Ben okuma bilmem!” dedi.
Bunun üzerine Cebrail üçüncü kez aynı isteği tekrarlayınca Peygamberimiz,
— “Ne okuyayım?” diye sordu.
O zaman Cebrail Alak suresinin ilk beş ayetini O’na okudu.
“Oku! Yaratan Rabb’inin adıyla oku. O insanı ‘alak’tan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini öğreten, kalemle yazmayı öğreten Rabb’in en büyük kerem(cömertlik) sahibidir.” (Alak suresi, 1.-5. ayetler)

Hz. Muhammed de kendisine okunan bu ayetleri Cebrail ile birlikte tekrar etti.
Böylece Allah’tan ilk vahiyleri ve peygamberlik görevini almış oldu.

Varaka’ya Danışma: Peygamberimiz yaşadığı bu olayın verdiği korku içerisinde koşarak evine gitti. Hemen yatağına yatıp eşi Hatice’ye “Beni örtün, beni örtün!” dedi. Bir süre dinlenip sakinleştikten sonra başından geçenleri eşine anlattı. Eşi O’nu “Korkma! Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Sen hep doğruyu söylersin. Eli açık ve cömertsin. Fakir ve muhtaçlara yardım eder, misafiri ağırlarsın.” diyerek teselli etti. Hatice daha sonra O’nu, Tevrat ve İncil hakkında geniş bilgi sahibi olan amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e götürdü. Varaka Hz. Muhammed’i dikkatlice dinledikten sonra “Sen bu ümmetin peygamberi olacaksın. Sana gelen melek, Musa’ya (a.s.) gelen melektir. Kavmin sana eziyet edecek ve seni yurdundan çıkaracaklar. Şayet o günlere yetişirsem Allah için sana yardım ederim.” dedi.

YAKIN ÇEVREYE ÇAĞRI

İkinci Vahiy: Peygamberimize bir müddet vahiy gelmedi. Bir gün Hira Mağarası’ndan dönerken yolda Cebrail’i gördü. Korku ve endişeyle evine vardı ve yatağına girip örtündü.

Bu sırada Müddessir suresinin ilk ayetleri indirildi:
“Ey bürünüp sarınan! Kalk ve (insanları) uyar, sadece Rabb’ini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terket.

Yakın Çevreye Çağrı: Bu ayetlerin gönderilmesinin ardından Peygamber Efendimiz tebliğ (uyarma) vazifesine başladı. Önce en yakınlarından başlayarak çevresindekilere İslam dinini ve kendisinin Allah’ın resulü olduğunu tebliğ etmeye başladı. O’na ilk inananlar eşi Hz. Hatice, yakın arkadaşı Hz. Ebubekir, amcası Ebu Talip’in oğlu Hz. Ali ve azat ettiği kölesi Hz. Zeyd oldu.

ÇAĞRININ YAYGINLAŞMASI

Peygamberimiz İslam davetini üç yıl boyunca gizli bir şekilde yaptı. Bu sürede Müslümanların sayısı kırka ulaşmıştı. Peygamberliğin üçüncü yılında Cebrail meleği tekrar vahiy getirdi. Bu vahiyde Allah şöyle buyuruyordu: “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir.” Bu emir üzerine Hz. Muhammed insanları açıkça İslam’a çağırmaya başladı.
Bir gün Safa tepesine çıkarak insanlara seslendi.
— Ey Kureyşliler! Size, şu tepenin arkasında bir düşman var, şimdi size saldıracak desem bana inanır mısınız? diye sordu.
Orada bulunanlar,
— Evet, inanırız. Çünkü senin daha önce yalan söylediğini hiç duymadık, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz,
— O halde ben size, önümüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allah’a kulluk etmeyenlerin bu büyük azaba uğrayacaklarını haber veriyorum… Yemin ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Ben de Allah’ın size ve bütün insanlara gönderdiği peygamberiyim… diyerek Mekkelileri Müslüman olmaya çağırdı. Amcası Ebu Leheb “Bizi bunun için mi çağırdın?” diyerek kaba ve kırıcı sözler söyledi. Bu çağrı sonrasında ve Peygamberimizin çabalarıyla İslamiyet Mekke’de yayılmaya başladı.

Mekkelilerin Peygamberimizi Vazgeçirme Çabaları: İslam dininin Mekke’de yayılmaya başlaması insanları rahatsız etti. Çünkü putperestliğin ortadan kalkması demek Mekke’nin ileri gelenlerinin ekonomik olarak çöküntüye uğraması, gelir kaynaklarının kesilmesi demekti. Ayrıca sosyal düzenleri bozulacaktı. Bunun üzerine öncelikle Hz. Muhammed’e makam, mevki, para teklif ederek O’nu İslam davetinden vazgeçirmeye çalıştılar. Peygamberimiz kabul etmedi.

İşkence ve Boykot Dönemi: Mekkeli müşrikler İslam’ın yayılmasını önlemek için yalan ve iftiraya başvurdular. Peygamberimizle ve Müslümanlarla alay ettiler. Sonuç vermeyince kimsesiz ve fakir Müslümanlara ağır eziyetler, işkenceler yapmaya başladılar. Onlarla alışverişi kestiler, boykot uyguladılar, şehirden dışladılar.

İlk Hicret Habeşistan: Mekkeli müşriklerin işkence ve baskıları dayanılmaz hale gelince Müslümanlardan bir grup Cafer-i Tayyar başkanlığında Habeşistan’a göç etti (615-616).

Hüzün Yılı: Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberliğin onuncu yılında en büyük destekçilerinden olan amcası Ebu Talip ile eşi Hz. Hatice’yi kaybetti. Bu iki değerli insanın vefatı dolayısıyla Peygamberimiz çok üzüldü ve bu seneye “hüzün yılı” adı verildi.

Taif Yolculuğu: Hz. Muhammed her türlü olumsuzluğa rağmen İslam’ı tebliğ etmeye devam ediyordu. 620 yılında Taif’e giderek oradaki insanları Allah’ın dinine çağırmak istedi. Ancak Taifliler O’na çok kötü davrandılar. Taşlayarak şehirden kovdular.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Medine’ye Hicreti

İlk Hicret Habeşistan: Mekkeli müşriklerin işkence ve baskıları dayanılmaz hale gelince Müslümanlardan bir grup Cafer-i Tayyar başkanlığında Habeşistan’a göç etti (615-616).

Hüzün Yılı: Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberliğin onuncu yılında en büyük destekçilerinden olan amcası Ebu Talip ile eşi Hz. Hatice’yi kaybetti. Bu iki değerli insanın vefatı dolayısıyla Peygamberimiz çok üzüldü ve bu seneye “hüzün yılı” adı verildi.

Taif Yolculuğu: Hz. Muhammed her türlü olumsuzluğa rağmen İslam’ı tebliğ etmeye devam ediyordu. 620 yılında Taif’e giderek oradaki insanları Allah’ın dinine çağırmak istedi. Ancak Taifliler O’na çok kötü davrandılar. Taşlayarak şehirden kovdular.

Akabe Biatları: Peygamberimiz şehir dışından Mekke’ye gelen yabancılara da İslam’ı tebliğ ediyordu. Peygamberliğin on birinci yılında, hac görevi için Medine’den gelen altı kişi ile Mekke’nin Akabe bölgesinde görüşüp onları Müslüman olmaya çağırdı. Onlar da bu daveti kabul edip Müslüman oldular (621) ve ertesi yıl aynı yerde görüşmek üzere sözleşip Medine’ye döndüler. Bu insanlar Medine’de İslam’ı anlattılar ve çok kişinin Müslüman olmalarını sağladılar. Bir sonraki yıl daha kalabalık bir grupla Mekke’ye gelip Peygamberimize bağlılıklarını bildirdiler (622). Peygamberimizin Medinelilerle yaptığı bu iki görüşmeye Akabe biatları denir.

Medineliler bu görüşmelerde Peygamberimizin ve Müslümanların Mekke’de uğradıkları eziyetleri, işkenceleri, baskıları görüp onları Medine’ye davet ettiler. Medine’de Hz. Muhammed’i ve Mekke’den gelen Müslümanları her şartta ve her durumda koruyacaklarına söz verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz isteyen Müslümanların Medine’ye göçebileceklerini söyledi. Bunun üzerine bazı Müslümanlar Medine’ye göç ettiler. Medine’de İslamiyet hızla yayılmaya başladı.

Suikast Girişimi: Akabe biatlarından sonra Müslümanların çoğu gizlice Medine’ye göç ettiler. Geride ise Peygamber Efendimiz, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali ve birkaç Müslüman kalmıştı. Hicret haberini duyan müşrikler İslam’ın yayılmasının önüne geçemeyeceklerini anlayınca Peygamberimizi öldürmeye karar verdiler. Gece Peygamberimizin evinin etrafını sarıp beklemeye başladılar. Sabah olunca Hz. Muhammed hâlâ evden çıkmayınca eve girdiler ve evde sadece Hz. Ali’yi buldular. Hz. Ali o zamanlar daha çocuktu.

Hicret: O sırada Hz. Muhammed Allah’ın yardımıyla suikastçılara görünmeden evden çıkmış, Hz. Ebu Bekir ile hicret yolculuğuna başlamıştı. Hz. Ali ise Peygamberimizin bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra yola çıktı ve Medine yakınlarındaki Kuba köyünde onlara yetişti. Peygamberimiz ve beraberindekiler 24 eylül 622 tarihinde Medine’ye vardılar. Medineliler onları büyük bir sevinçle karşıladı.

Hicretin İslam Tarihindeki Sonuçları:
» 23 yıllık peygamberliğin Mekke dönemi sona ermiş, Medine dönemi başlamıştır.
» Müslümanlar Mekkeli müşriklerin baskılarından kurtulmuşlardır.
» Peygamberimiz Medine’de İslam’ı anlatabileceği özgür bir ortama kavuştu ve İslam dini daha hızlı yayıldı.
» Bu kentin “Yesrib” olan adı “Medine” olarak değişmiştir.
» Hicret, Hz. Ömer zamanında hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

Muhacir: İslamiyet uğruna her şeylerini Mekke’de bırakıp Medine’ye göç eden Müslümanlara denir.
Ensar: Medine’de onları karşılayan ve her şeylerini onlarla paylaşan Müslümanlara denir.


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Çağrısı: Medine Dönemi

PEYGAMBER MESCİDİ (MESCİD-İ NEBİ) – EĞİTİM ÖĞRETİM ETKİNLİKLERİ

Mescid-i Nebî: Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret ettiğinde ilk önce bir mescit yaptırdı. Bu mescide Mescid-i Nebî adı verildi. Burası sadece namaz kılınan bir yer olmayıp çok amaçlı bir kurum görevi görüyordu.

Mescid-i Nebinin İşlevi:
» Hz. Muhammed her fırsatta Müslümanları burada toplayıp onlara İslam’ın ilkelerini anlatıyordu.
» Özellikle namazlardan sonra bir müddet mescidde kalıp Müslümanlara nasihat ediyordu.
» Medine dışından gelen misafirleri, yabancı ülke temsilcilerini burada ağırlıyor, onları İslam’a davet ediyordu.
Eğitim-Öğretim Etkinlikleri: Peygamberimiz Mescid-i Nebi’nin bitişiğine Suffe adı verilen odalar yaptırdı. Burada yoksul, kimsesiz, yetim kişileri barındırdı. Ayrıca bizzat onlara öğretmenlik yaptı. Onları birer İslam alimi olarak yetiştirip başka şehirlere, topluluklara Müslümanlığı anlatmak için gönderdi.

TOPLUMSAL BARIŞIN KURULMASI

Peygamber Efendimiz Medine’ye geldikten sonra bu şehirde yaşayan insanlar ve farklı dini gruplar arasında toplumsal barışın sağlanması için bazı çalışmalar yaptı.» Mekke’den gelen muhacirlerden her birini, Medineli ensardan biri ile kardeş ilan etti. Kendisine de Hz. Ali’yi kardeş seçti.

» Yıllardır birbirleriyle çatışma halinde olan Evs ve Hazreç kabilelerini barıştırdı.
» Medine’de yaşayan tüm dinî gruplarla (Müslümanlar, müşrik Arap kabileleri, Yahudiler) “Medine Sözleşmesi” anlaşmasını yaptı. Buna göre herkes Medine’yi dış saldırılara karşı beraberce savunacak, Medine’de özgür bir ortam olacaktı.

Medine sözleşmesinin bazı maddeleri:

» Müslümanlarla Yahudiler barış içinde yaşayacaklar.
» Yahudiler kendi dinlerinde serbest olacaklar.
» Dışarıdan bir saldırı olursa Medine birlikte savunulacak.
» Müslümanlarla Yahudiler arasında herhangi bir anlaşmazlık çıkarsa Hz. Muhammed hakem kabul edilecek.
» İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla savaşırsa diğer taraf yardımcı olacak.

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI VE MEKKE’NİN FETHİ

İslam dininin Medine’de hızla yayılması Mekkelileri endişelendirdi. Çünkü bir gün Müslümanların Mekke’yi ele geçirmelerinden korktular.
Müslümanların güçlenmelerini önlemek için hazırlık yapmaya başladılar.

Bedir Savaşı (624): Mekkeliler hicretten sonra Müslümanların Mekke’de geride kalan eşyalarını yağmaladılar. Bunun üzerine Peygamberimiz Medine’den geçmesi planlanan bir Mekke kervanının yolunu kesmeye karar verdi. Bu haberi alan Mekkeli müşrikler bir ordu hazırladılar ve Medine’ye doğru yola çıktılar. Müslümanlar 300 kadar, Mekkeliler ise 1000 kadardı. Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler 624 yılında Bedir kuyuları yanında karşılaştılar ve savaşı Müslümanlar kazandı. Peygamberimiz Bedir savaşında esir aldığı müşrikleri, her biri on Müslümana okuma-yazma öğretmek şartıyla serbest bıraktı.

Uhud Savaşı (625): Mekkeli müşrikler Bedir’in intikamını almak amacıyla 625 yılında Medine’ye doğru 3000 kişilik bir orduyla harekete geçtiler. Peygamberimiz onları 700 kişilik İslam ordusuyla Uhut’ta karşıladı. Hz. Muhammed kritik bir yer olan Uhut dağı eteklerine elli okçu yerleştirdi ve onlara “Asla yerinizi terk etmeyin” dedi. Savaşın ilk aşamasında Müslümanlar müşrikleri bozguna uğratınca okçular savaşı kazandık diye yerlerini terk ettiler. Bu durumu fırsat bilen düşman atlı birlikleri dağın arkasından dolanıp Müslümanları araya sıkıştırdılar. Bu savaşta müşrikler 23 ölü, Müslümanlar 70 şehit verdi. Peygamberimizin amcası Hz. Hamza da şehitler arasındaydı. Hz. Muhammed de bu savaşta yaralandı. Bu savaşta okçuların yerlerini terk etmeleri, Peygamberimizin sözüne uymanın ne kadar önemli olduğu konusunda Müslümanlara bir ders oldu.

Hendek Savaşı (627): Uhud Savaşında istediklerini tam olarak elde edemeyen Mekkeli müşrikler yaklaşık 12000 kişilik bir orduyla 627 yılında tekrar Medine’ye doğru yola çıktılar. Bunu haber alan Peygamberimiz, arkadaşlarıyla durumu görüşüp savunma amacıyla Medine şehrinin etrafına geniş ve derin bir hendek kazdırdı. Hendeği görünce şaşıran müşrikler yaklaşık bir ay kuşatma yaptılar. Sonunda askerin morali kırıldı ve müşrikler Mekke’ye dönmek zorunda kaldılar. Bu savaştan sonra Mekkeliler bir daha Müslümanlara saldırma cesaretini gösteremediler.

Hudeybiye Antlaşması (628): Peygamberimiz hicretin altıncı yılında Kabe’yi ziyaret etmek amacıyla 1500 Müslümanla Medine’den yola çıktı. Bunu haber alan müşrikler onları engellemeye çalıştılar. Bunun üzerine Hudeybiye denilen yerde iki taraf arasında bir anlaşma imzalandı. Hudeybiye Antlaşması, Mekkelilerin Müslümanları resmen tanıdıkları ilk antlaşma oldu. Bu antlaşmayla sağlanan barış ortamında birçok Arap kabilesi Müslüman oldu. Ayrıca Peygamberimiz Bizans, İran, Mısır ve Habeşistan ülkelerinin hükümdarlarına elçilerle İslam’a davet mektupları yolladı.

Hudeybiye Antlaşmasının Maddeleri:

» Müslümanlar Kabe’yi ancak ertesi yıl ziyaret edebilecekler, yalnız orada üç günden fazla kalamayacaklardı.
» İki taraf birbiriyle on yıl savaşmayacaktı.
» Mekkeli bir kimse İslam’ı kabul edip Medine’ye sığınırsa iade edilecek, Medineli bir Müslüman Mekke’ye sığınırsa geri verilmeyecekti.

Mekke’nin Fethi (630): Hudeybiye antlaşmasından iki yıl sonra Mekkeli müşrikler antlaşmayı bozdular. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Mekke’yi fethetmek üzere 10.000 kişilik bir orduyla yola çıktı. Müşrikler karşı koymadan ve önemli bir çatışma olmadan Mekke 630 yılında Müslümanlar tarafından fethedildi. Hz. Muhammed (s.a.v.) Kabe’yi putlardan temizletti ve orada Allah’a şükür için namaz kıldı. Ardından Mekkelilere bir konuşma yaptı. Artık düşmanlıkların, kavgaların sona erdiğini, gerçek üstünlüğün takvada olduğunu söyleyip genel af ilan etti ve herkesi bağışladı. Bu tutum karşısında Mekkelilerin büyük bir kısmı İslam’ı kabul etti.

Veda Hutbesi ve Peygamberimizin Vefatı

Peygamber Efendimiz 632 yılında beraberindeki 100.000’den fazla Müslümanla hac ziyareti için Mekke’ye gitti. Hep birlikte hac görevlerini yerine getirdiler. Hz. Muhammed daha sonra Arafat’ta toplanan Müslümanlara bir konuşma yaptı. Peygamberimizin bu hac ziyaretine “Veda Haccı”, Arafat’ta yaptığı konuşmaya da “Veda Hutbesi” denir. Veda Hutbesinde vurgulanan konular, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesindeki maddelerle büyük oranda benzerlik gösterir. Ancak Veda Hutbesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden yaklaşık 1400 yıl önce söylenmiştir.

Veda Hutbesi:

“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.
Ashabım! Muhakkak Rabb’inize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lakin ana paranız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib’in torunu Iyas bin Rabia’nın kan davasıdır.
Ey insanlar! Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.
Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
Ey mü’minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.
Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün müslümanlar kardeştirler. Bir müslümana kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.
Ey insanlar! Rabb’iniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arab’ın Arab olmayana, Arab olmayanın Arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

» Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
» Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyeceksiniz.
» Zina etmeyeceksiniz.
» Hırsızlık yapmayacaksınız.

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

Sahabe-i Kiram hep birden şöyle dediler:
‘Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şehadet ederiz!’

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şehadet parmağını kaldırdı. Sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:
Şahit ol Yâ Rab! Şahit ol Yâ Rab! Şahit ol Yâ Rab!”

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Vefatı:

Hz. Muhammed Veda Haccından sonra Medine’ye döndü ve bir müddet sonra hastalandı. Rahatsızlığı iyice artınca mescide çıkamaz duruma geldi ve Hz. Ebu Bekir’e namazları kıldırmasını söyledi. Peygamber Efendimiz 8 Haziran 632 tarihinde, 63 yaşındayken Medine’de vefat etti. Hz. Muhammed’in vefatı herkesi derinden üzdü. Birçok Müslüman buna inanamadılar. Hatta Hz. Ömer, O’nun öldüğünü söyleyenlere sert tepki gösterdi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir “Ey insanlar! Muhammed’e tapan bilsin ki o ölmüştür. Allah’a inanan bilsin ki Allah bâkîdir, asla ölmez.” diyerek insanları sakinleştirdi ve ardından şu ayetleri okudu: “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri ödüllendirecektir.” (Al-i İmran suresi, 144. ayet). Peygamberimizin cenazesi Hz. Ali tarafından yıkandı ve kefenlendi. Müslümanlar gruplar halinde O’nun cenaze namazını kıldılar. Peygamberimizin cenazesi vefat ettiği yer olan Hz. Aişe’nin odasına defnedildi. O’nun Mescid-i Nebi içerisinde yer alan kabrine Ravza-i Mutahhara (tertemiz çiçekli bahçe) denir.


Nasr Suresi ve Anlamı

Kur’an-ı Kerim’in 110. suresi olup 3 ayetten oluşmuştur. Nasr suresi Medine döneminde indirilmiştir. Adını, ilk ayetinde geçen “nasr” sözcüğünden alır. Nasr, “yardım” demektir. Bu surede Peygamber efendimizin vefatına işaret edildiği belirtilir. Hz. Âişe’nin bildirdiğine göre Peygamberimiz, Nasr suresi indirildikten sonra Allah’ı tesbih edip O’na hamd etmiş ve istiğfarda (bağışlanma) bulunmuş, bu durum da ahiret alemine geçiş hazırlıklarına başlama olarak değerlendirilmiştir. Nasr sûresinde ayrıca müminlere elde ettikleri zafer ve gücün, benimsedikleri dinin yerleşip yayılması şeklindeki nimetlere karşılık Allah’a hamdederek şükürde bulunmaları, Allah’tan mağfiret dilemeleri yönünde mesaj verilmektedir.

Bismillahirrahmanirrahim
İzâ câe nasrullahi vel feth.
Ve raeytennâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ.
Fesebbih bihamdi rabbike vestağfirh. İnnehü kâne tevvâbâ.

Anlamı:
“Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke’nin fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tesbihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.”